100.
Yıl Mutabakatı
"Çiftçinin
kendi ürününü yetiştirmesi suç olarak
görülüyor. Böylece endüstriyel sömürünün
yeni bir bir biçimi tehlikeli olarak ortaya
çıkıyor. Sadece çiftçiler değil, ülkeler
bütün olarak haklarını kaybediyor"
|
Alternatif Nobel Ödüllü Hintli Bilim Kadını
Vandana Shiva tohum teknolojileri üzerine
|
Biliyor muydunuz?
|
Koç Holding'in Migros'u satmak için
görüşmeler yaptığı Wal-Mart şirketinin
Asya'da Bangladeş ve Myanmar (eski Burma)
gibi yerlerdeki fabrikalar üzerinden
üretim yaptığını ve bu tesislerde çalıştırdığını
ve yüzmilyarca dolarlık cirosu ile bir
çok ülkeden bile büyük bir ekonomik
değere sahip olan bu şirketin; Asya'daki
fabrikalarındaki işçileri yasal olarak
belirlenen asgari ücretin %40-70 daha
düşüğüne çalıştırdığını
Kaynak : Markaların Kara Kitabı
/ Klaus Werner - Hans Weiss
|
Türkiye'deki sermaye altyapısını küresel
planlar doğrultusunda yeniden şekillendirme
projesi çerçevesinde ; İstanbul sermayesi daha
modüler ve yönetilebilir bir model çerçevesinde
şekillendirildi.
İstanbul kıyılarına vurmak üzere Anadolu
üzerinden yola çıkan iki dip dalgasından biri;
"İslam"'ı paravan olarak kullanan
ve geniş kitlelerin "yatırım bankası"
olarak yükselen "Yeşil Sermaye" idi
ve inşa edilen bir "irtica" paranoyası
ile bertaraf edilince; ortalık; Güneydoğu ve
Doğu Anadolu'nun uyuşturucu ve kaçakçılık dinamiklerinden
beslenen feodal sermayeye kaldı.
AKP; Türkiye'deki sermaye haritasının değişimi
noktasında; karizmasını kiralayan lider Tayyip
Erdoğan'ın kaptanlığında yola çıkarıldı.
Koç'un; zamanında Tayyip Erdoğan'la ilgili
söylediği; "1 milyar doları olduğu söyleniyor"
cümlesi; Erdoğan'a; "senin yükselişinin
ardındaki güçleri biliyorum" mesajını net
bir şekilde iletti ve Erdoğan-Koç yakınlaşması
gerçekleşti.
Bir dünya gezisi maskesi ile yaptığı üst
düzey pazarlıkları maskeleyen Koç; geziye ara
verip, Türkiye'de ahkam kesmeye geldi ve aynen
Erdoğan gibi, "Kıbrıs'ın AB yolunda engel"
olduğunun altını çizdi.
Annan'a Kıbrıs konusunda yeni bir plan hazırlamasının
rica edilmesi gerektiğini belirten Koç'a alternatif
bir öneri bizden ;
SENİN TOPRAKLARINA KARŞI KIBRIS'I TAKAS EDELİM!
|
Geçen pazar günü Pier Loti'de Haliç'i seyreden
Ali Koç'u izlerken dedim : "Tam babasının
oğlu"...
Ve bu ülkede Koç'un evladı olmakla, milletin
evladı olmak arasındaki fark düştü aklıma...
Koç ve evlatları bugüne kadar asker nizamiyesinden
çok kez girdiğini bizzat biliyorum ama askerlik
yapmak için değil...
Koç ve evlatları asker nizamiyesinden araçları
ve korumaları ile girip; aynı gün çıkarlar, çaylarını
içtikten sonra...
Bu milletin evlatları da o nizamiyelerden
girerler ama hemen çıkamazlar; kimse onlara çay
ikram edip, subayları kapıda dosya imzalatmak
için beklerken, onları ağırlamaz...
Ve Koç ve evlatlarının aksine; bu milletin
evlatlarının bazısı o nizamiyeden bir daha geri
çıkamadan bedel öder bu millet için...kimi Urfa
toprağında; kimi Kıbrıs...
İşte bu yüzden;
Para ile satın aldığı Marmara'daki adasından
bir karış vermezken; Türk'ün kanı ile aldığı Kıbrıs'tan
AB adına vazgeçmesini isteyen Koç haddini fazlası
ile aştığının farkında değildir...
Haliç'ten Güneydoğu'ya arazi kapatırken ödediği
dolarlar ile ; evladının kanı ile Kıbrıs'ı alan
şehit anasından daha üstün görür kendini ve bu
üstünlükle ahkam keser...
Hayatları boyunca birilerinin koç başı olarak
serpilenler; bu koç başı ruhunu asla üstlerinden
atamazlar...
Koç sülalesine önerimizi ortaya koymadan önce
gelin yurdum sermayesinin taşeronlaşmasını biraz
daha ayrıntılı ele alalım :
...
1995 yılında bir konuşma yapan Bill Clinton şöyle
demişti :
Boeing için iyi olan
ABD için de iyidir
|
Boeing'in bekaası ile ABD'nin bekaasını özleştiren
bu cümleyi duyduğumda ülkem adına imrenmiştim.
Çünkü o yıllarda kulağıma Türkiye'nin koç
gibi sermayedarlarının, Türkiye'nin parçalanması
durumunda gruplarının stratejilerinin ne olması
gerektiğine dair senaryo çalışmaları yaptırdıklarını
duyuyordum fakat ihtimal vermiyordum. Saflık
işte.
Sonra bu ülkenin sermaye yapısında ilginç değişiklikler
olmaya başladı.
Bu değişikliklerin Sabancı Holding'in 25. katında
gerçekleştirilen suikastın sonrasında gerçekleşmesi
belki konjonktürel bir rastlantıydı ama bu suikast
sonrasında Sabancı Holding'in Türkiye'de Japon
sermayesinin öncü gemisi olma rolünden vazgeçip
(Bkz: Toyota macerasının yükselişi
ve sönüşü); Avrupa merkezli sermaye odakları
ile hemhal olması rastlandı değildi.
Mesaj alınmıştı.
Bu sırada; Anadolu üzerinden iki sermaye dip
dalgası İstanbul dükalığı üzerine doğru gelmeye
başlamıştı.
Bunlardan bir tanesi; Anadolu'da "İslam"ı
kendine paravan dinamik olarak alan ve bu motivasyon
ile geniş halk kitlelerinin "yatırım bankası"
olarak yükselen; "Yeşil" sermaye...
İkincisi de; PKK ile mücadele zemininde serpilen
uyuşturucu/kaçakçılık sermayesinin; doğu ve güneydoğudaki
feodaliteye siyasi kanallarının açılması ile birlikte
siyasallaşmasıydı..
Varlığını dış odaklara ve bürokrasi içerisinde
inşa ettikleri "cemaat adacıklarına"
borçlu İstanbul merkezli sermayenin; Büyük
Kulüp'te toplanıp, rahatça ülkeyi idare ettiği
günler geride kalmıştı. ( Not : 1980
darbesi sonrasında Büyük Külup'te ele geçirilen,
hayali ihracatın nasıl organize edildiğine dair
belgeler bir gün günışığını görür belki de bize
saygın işadamı diye caka satanların ne büyük işler
çevirdiğini daha net anlarız)
Küresel güçlerin değişen ve zaman zaman çatışan
öncelikleri çerçevesinde; bu ülke toprakları üzerinde
de; farklı sermaye dinamikleri yaratılması gereği
İstanbul merkezli sermayenin de çatallaşmasına
yol açıyordu.
Çok güçlenen İstanbul sermayesinin, farklı
dinamikler çerçevesinde çeşitlendirilerek daha
yönetilebilir hale gelmesi yani modülerleştirilmesi
ile; piyasaya İzmir üzerinden Dinç Bilgin gibi
isimler sürüldü...
İleriki safhalarda; Koç'un; "o bizim bayimizdi"
dediği Aydın Doğan gibi isimlerle çeşitlenme sürdü...
İstanbul dükalığının "İslamcı" olarak
adlandırılan Anadolu merkezli sermayeye yönelik
refleksi ise çok daha farklı idi....
İstanbul'un sermaye tepelerinde; dış istihbarat
odakları ile işbirliği içerisinde hazırlanan
"İrtica Geliyor" raporlarının; İstanbul
tepelerinden Ankara tepelerine özel kuryelerle
iletildiğinin ertesinde yaratılan dinamiklerle;
Anadolu'nun üretime dayalı sermayesi "irtica"
damgası ile yerin dibine gömülüp, pasifize edilirken;
aslında sadece İstanbul sermayesi kendine zaman
kazanmıyor ama Orta Anadolu'nun üretim dinamiklerinin
boşalttığı alanı; Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun
kaçakçılık ve uyuşturucu dinamikleri ikame ediyordu.
İstanbul dükalığı; daha sonra sermaye tepelerinde
özel ofis verdiği çevik isimler aracılığı ile
Türkiye'nin temel üretim tabanlarından biri olan
Orta Anadolu'nun köküne kibrit suyu ekerken; Doğu
ve Güneydoğu kökenli uyuşturucu/kaçakçılık sermayesinin
öncü kuvvetleri İstanbul tepelerine ulaşmıştı
bile.
AKP'nin siyaset sahnesine sürülmesi işte bu noktada
gerçekleşti.
Türkiye'nin deniz yollarına hakim Laz baronlarla;
uyuşturucu yollarına hakim Kürt baronlar arasındaki
ittifakın tavanı oluşturduğu; tabanı idare etmek
için ise ; 28 Şubat sürecinde mazlumlaştırılan
"yeşil" sermayenin Din baronlarının
yedekte tutulduğu bir sermaye dalgasının üzerinde
yükseltildi AKP.
Tayyip Erdoğan ise; Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı
döneminde, rant yaratma ve paylaşma yetenekleri
ile kendisini kanıtlamış ve taban üzerindeki karizması
ile rüştünü ispat etmişti...
Geriye bir tek mazlumlaştırılıp; kahramanlaştırılması
ve dolayısı ile liderleştirilmesi gerekiyordu
ki...onu da sağolsun; bu ülkenin stratejik
miyopluktan müzdarip kurumu TSK halletti ve
kendi haline bırakılsa bu ülkenin marjinal siyaset
sahnesinde debelenip duracak bir ismi; LİDERleştirip
Türk Milleti'ne armağan etti.
Tayyip Erdoğan'da; karizmasını
kiralayan lider olarak AKP'nin kaptan
köşküne yerleştirildi.
Hatırlarsanız; tam bu noktada, Koç efendi basına
verdiği bir demeçte araya bir cümle sokuşturdu
:
Tayyip Erdoğan'ın 1
milyar doları olduğu söyleniyor
|
Bu demeç Üzeyir Garih'in Eyüp mezarlığında öldürüldüğü
dönemin sonrasında verilmişti.
Koç; Erdoğan'a açıkça; "Belediye Başkanlığı
döneminde Üzeyir Garih'le olan doğalgaz altyapı
ihalesini; Üzeyir Garih'le olan ilişkini biliyorum"
diyordu.
Tayyip Erdoğan'ın; İslam'ın derin kodları ile
Yahudiliğin derin kodlarını tek bir potada erittiğini
iddia eden ve arkasını kazıdığınızda nedense hep
Yahudilerin çıktığı kabalist cemaat yapıları
ile bağlantısını Koç bilmeyecek de, biz mi bileceğiz.
Tayyip akıllı adam...
Bir baktık...Mustafa Koç ile birlikte Tofaş fabrikası
açılışlarında boy göstermeye başladı ve Mustafa
Koç ekonomi dergilerine; ekonominin ne kadar iyiye
gittiğine dair iyimserlik pompaladı.
Yine bu dönemde; TESEV gibi; Türkiye'nin en araştırılası
ama nedense en arka planda kalmayı seven sermaye
baronlarından Eczacıbaşı gibi bir ismin önderliğinde
(Not : Eczacıbaşı'nın doğu kökenli işadamları
üzerinden kurduğu geniş ilaç dağıtım ağları ve
bu işadamlarının etnik kökenleri araştırmak için
iyi bir başlangıç noktası olabilir); daha
önce bir araya gelmesi düşünülemeyecek isimler
aynı yuvarlak masalar çevresinde toplanmaya başladı.
28 Şubat sürecinde belli meblağlar karşılığında
belli tarikatların üzerine gitmeyenler; daha sonra
o tarikatlarla silah şirketi bile kurdular.
Sizler bu arada Cumhuriyet üzerinden "irtica",
Hürriyet üzerinden "Fransa ve türban"
haberleri okuyordunuz.
Keza; Zapsu gibi, bu topraklarda devlet düşmanlığı
sülalesinin kodlarına kazınmış isimler; yine bu
süreç içerisinde; "düşünce kuruluşları"
bünyesinde aynı masalar çevresinde toplandılar.
Küresel baronlar; yerli baronları çıkarları
doğrultusunda gruplandırmaya devam ediyordu ve
hala devam ediyor..
Milletle dalga geçercesine dünya turuna çıktığını
söyleyen ve bu dünya turu bahanesi ile üst düzey
pazarlıklar yapan Rahmi Koç; "gezisine
ara vererek" Türkiye'ye döner dönmez
yine o engin düşünsel hazinesini ortaya dökmeye
başladı.
Patrikin ekümenikliğinin tanınmasından, başkanlık
sistemine geçişe ve Kıbrıs'a kadar bir çok inci
döküldü ağzından. Hatta; "kontrollü diktatörlük
olsa iyi olurdu ama en iyi ikinci seçecek başkanlık
sistemi" mealindeki sözleri görülmeye
değerdi.
Milletin; Meclisinin çatısını aktartarak yola
çıkardığı ve daha sonra gümrük duvarları ile sağladığı
koruma arkasında yaptığı kalitesiz üretimi yıllarca
satın alarak büyüttüğü Koç ailesinin lideri haddini
Kıbrıs konusunda iyice aştı ve Kıbrıs'ı "AB
yolunda engel" olarak nitelendirdi.
Bu yaklaşımın; "Türkiye'nin AB üyeliği
güney kuzey çatışmasına feda edilemez"
diyen Erdoğan ile aynı süreçte ve aynı tonda gerçekleşmesi
yukarıdaki satırlardan sonra sizi pek de şaşırtmıyor
olsa gerek.
Bu noktada; Türk Milleti'nin kanı ile bedelini
ödediği Kıbrıs konusunda ahkam kesen ve Marmara'nın
ortasında adası olan Koç efendiye bir önerimiz
var :
- Özel helikopterlerle Karadeniz'deki
bir kiliseyi taşıttığın Marmara'daki adanı;
(sahi o adada neler oluyor?)
- Altındaki tarihsel hazineleri bulmak
için Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da satın
aldığın arazileri (bkz. Göle ve
gizli Ermeni gömüleri ) ;
- Haliç ve çevresinde; başka isimler üzerine
satın aldığın arazi ve emlakları;
- Güneydoğu'da İsrail'in kabalist sermayedarları
adına kapattığın tarım arazilerini;
- Haliç'e kurduğun ve nedense bir de önüne
denizaltı çektirttiğin Sanayi Müzesinin
arazisini; (Not : Koç'un sürekli
deniz ve altı ile ilgilenen yapılanmalara
gitmesi ilk değil. Bkz. Deniz Temiz vakfı)
- Reklam bahanesi ile günlerce İstanbul'un
tepesinde dolaştırdığın o zeplin üzerinden
elde ettiğin görüntüleri; (sahi o zeplin,
nasıl fırtınalı bir günde kopup gitti;
ilginç değil mi?)
|
bu millete bedelsiz olarak devrettiğin gün;
Türk Milleti'de sana Kıbrıs'ı istediğin gibi kullanman
ve kullandırtman için bedelsiz olarak devredecektir.
Ne dersin...
.........
Geçen pazar günü Pier Loti'den Haliç'i seyreden
oğlunu izlerken; askerliğini nerede yaptı acaba
diye düşündüm...
Sonra kendi kendime güldüm...
Sanayi müzenin hemen yanındaki arazinin Deniz
Kuvvetleri tarafından boşaltıldığını ve tam karşısında
kankan Patrikefendi'nin mekanını görünce...
Sen yine de bu takas önerisini bir düşün bakalım
Koç efendi...
Senin Türkiye'deki topraklarına karşın; bizim
Kıbrıs'taki topraklarımız...
Annan'a rica etsen bir plan da bizim için
yapar mı?
K.D.
|